14 Eylül 2010 Salı

SÜRGÜNDÜ BEN OLDU...

Büyüklerin futbol sahasına dalıp ‘hadi biraz biz oynayalım.’ teklifiyle ve kendi kendilerine kabul etmeleriyle başladı basketbola sürülmemiz. Tabi hemen yan sahada basketbol oynayan daha kıyak abilerin ‘zevkli ve kolay spordur.’ teşviki sürgünümüze tutku yolu açtı… o topu çembere atmayı sevdiğim günün akşamı da babama 4 kişilik Efes- Bakırköy maçı davetiyesinin gelmesi de aşkın çekimi olsa gerek. AMA o tarihlerde İstanbul’a gidişlerimizin sebepleri arasında basketbol maçı yoktu. Alışveriş tamam. Yemeğe gitme tamam. Akraba ziyareti tamam. Futbol maçı belki ama basketbol? O NEDİR? halindeydi. (Ben yaşım 10’da bunları nasıl hatırlıyorum derseniz o biletleri görünce ‘İstanbul’a neden girilir?’ sorusuyla boğuşmamdan hatırlıyorum. )Daha doğrusu ben öyle sanıyormuşum çünkü babam zarfı açıp davetiyeye baktığı an dökülmeye başladı bu sporla olan haşır neşirliğini. Ben ümitli, abim arzulu, annem gidelim de alışveriş yapayım havasında… babam? Hatıralarından 1 kuple anlatıp, yaşamanın keyfindeyken 2 oğlunun plansız programsız aynı anda ‘baba gidelim mi?’ sorusuyla şaşkın. Annedeki gidelim bakışını görünce daha da şaşkın. Ağzından çıkan tamam ile sonrasına eklemek istediği ‘ama’ yı yutuşu ve 3 gün sonra maça gidişimiz.




O gün orda sahaya kim çıktı? Nasıl set oynandı? Hatta o kara adam neden potayı kırmaya çalıştı hiçbir fikrim yoktu. O maçtan bana kalan şehrime dönüp basketbol oynadığımda sürekli t-shirtümle alnımda olan olmayan teri silişim yani bilinç altıma giren Petar Naomoski hayranlığı. Ardından televizyondan ve videolardan izlenen Tamer Oyguç, Volkan Aydın, Ufuk Sarıca… rakipleri Levent Topsakal, Orhun Ene, HARUN ERDENAY… ve bu sevgimi hep en üst seviyede tutan MURAT MURATHANOĞLU anlatımı…




BU SEVGİMİN HAYAT TARZINA DÖNÜŞTÜĞÜ AN İSE GECENİN Bİ YARISI YUNAN KANALINDA RASTLADIĞIM JORDAN'dır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder